Taçsız ve Tek Kral
Metin Oktay
"Adın tarihe geçer ama kimliğin nerde hani?"
Bertolt Brecht
"Yumuşacık,
yusyuvarlak... Hareketli... Ele-avuca sığmaz... Zıp zıp zıplar, yerinde
durmaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi
bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... 'Sen
de nereden çıktın?' der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte,
yolum da değişti, hayatımda. (...) Çaresiz, kader bağlamıştı bizi...
Ondan ayrılamıyordum... Benim en iyi arkadaşım olmuştu." Metin Oktay
meşin yuvarlakla bir yaşam boyu süren ilişkisini bu benzersiz
satırlarla anlatıyor. Galatasaray kimlik ve ruhunun yaratılmasında
Leblebi Mehmet, Aslan Nihat, Berlin Panteri Turgay Şeren, Eşfak Aykaç,
Baba Gündüz, Coşkun Özarı ve adını sayamadığımız nice futbolcunun
yanında Metin Oktay'ın apayrı bir yeri vardır. Yarım yüzyıldır süren
Metin Oktay efsanesinin canlı tutulması amacıyla üzerimize düşen görevi
yerine getirmeye çalıştık.
Galatasaraylılık Ruhu ve Metin Oktay
Ali
Kırca'nın dediği gibi,"Galatasaraylılık ruhu, yalnızca Galatasaray'a
ait bir kimlik tanımıydı." Spor yazarlığında bir duayen olarak gördüğüm
eski Fenerbahçeli futbolcu Halit Deringör de yazılarından birinde
Galatasaray'ın bu özelliğine değinmişti: "(...) Ama Galatasaray'da
paradan da kuvvetli olan bir şey var. O da Galatasaraylılık ruhu."
1961
yılının yazı benim için tam bir kabusa dönüşmüştü. Ligi 36 golle kral
olarak bitiren Metin, İtalya'nın Palermo takımına transfer olmuştu.
İnanmak istemiyordum ama gerçekti, Metin gidiyordu.
Ayrılık
acısı daha o gitmeden çocuk kalbime çökmüş, sanki Galatasaray'a
küsmüştüm. Futbolla bütün bağımı koparacaktım nerdeyse. Sonra
gerçekten, başımı iki elimin arasına alarak düşündüm, düşündüm. Evet
Metin ilahımdı ama Galatasaray'a olan sevgim daha büyüktü ve bu sevgi
acımı hafifletecekti. Artık Metin'i gazetelerdeki haber ve
fotoğraflarından izliyor, özlemimi bir nebze olsun dindirmeye
çalışıyordum.
Mithatpaşa'nın Bir Gecelik Tribünleri
Belleğim
beni yanıltmıyorsa, 1962'nin Şubat ayıydı (Daha sonra, doğru ayın nisan
olduğunu Sayın Servet Oktay ve Rıfat Pala'nın bana hediye ettikleri
"Top ve Ben" adlı kitaptan öğrendim). Bir mucize gerçekleşiyor ve
Palermo Galatasaray'la bir dostluk maçı oynamak için İstanbul'a
geliyordu. Aylarda yanılabilirim ama maçın bir salı gecesi oynandığına
eminim. Salı sabahı okul yolunda Mithat Paşa'nın önünden geçerken
bayrakları görmüş ve içim içime sığmamıştı. Bu maça mutlaka gitmeliydim
ve Metin'imi seyretmeliydim. Ama bir problem vardı. O dönemde gece
maçlarına yalnız gitmeme izin yoktu. Babam da Anadolu'da görevde
olduğundan Liseli dayımı (Boru Zeki-1244) razı etmek ve birlikte maça
gitmek tek çözüm olarak görünüyordu. O gün ders mi dinledim yoksa
saatleri mi saydım, hiç bilmiyorum. Okulun bitiş saati 16'da fırladım
ve olabildiğince çabuk eve geldim (Bu arada "Hastane" durağının oldukça
kalabalık olduğunu da gözlemiştim). Bereket dayım evdeydi ve teklifimi
yineletmedi. O da Metin'i özlemişti. Ama bir sorun daha vardı. Sağolsun
dayım biraz ağırkanlıydı. Maç saat 20'deydi. Bütün 'hadilemelerime'
karşın evden ancak saat 19'da çıkabildik. Kapalı tribünün önüne
geldiğimizde tüm kapıların kapalı olduğunu ve hatırı sayılır bir
taraftar grubunun, ana demir kapıyı kırmaya çalıştığını endişeyle
gördüm. İstanbul sanki bir sel olmuş ve Metin sevgisiyle 'Stadyum'a
akmıştı. Alt tarafı özel bir karşılaşma, bir dostluk maçıydı. Ama işin
içine Metin Oktay faktörü girmişti. Bu arada duyduğum endişe, tabi ki
kapının kırılacağı değil, kırılamayıp bizim dışarda kalacağımız
yönündeydi. Doğal olarak kapı kırılamadı ve biz son bir umutla şimdiki
yeni açık tarafına gittik. O tarihte zannediyorum yeni açığın inşaatına
yeni başlanmıştı ve 'Gazhane' tarafındaki tepeden sahanın tümü
görünüyordu. Karanlıkta hemen bir imece çalışması gerçekleştirildi.
İnşaatta kullanılan bidonlar belli bir mesafe uzaklığında, kayalarla
desteklenerek sabitlendi ve her iki bidon arasına olabildiğince sağlam
iki kalas yerleştirilerek, yeni açığın üst gecekondu tribünleri
tamamlanmış oldu. Her 'mini tribün' yaklaşık 8 kişiyi taşıyordu ve
bunların sayısı tahminen 50'lere ulaşıyordu.
"Sayı yap Metin, sayı yap"
Takımlar
sahaya çıkmıştı ve ortalık "Metin, Metin" sesleriyle inliyordu. Metin
Galatasaray formasını yeniden giymişti. "Sayı yap Metin, sayı yap"
tezahüratına sallanan kalasların üzerinden biz de katılıyor ve bu arada
istenmeyen kazalar da oluyordu. Ama ne gam. Metin oradaydı ve biz onu
bağrımıza basıyorduk. Metin, eski Metin değildi. Goller kaçırıyor ve
üzerindeki durgunluğu atamıyordu. Devreyi 1-0 yenik kapadık. İkinci
devre iş çığrından çıkmış, maç tam bir final maçına dönüşmüştü. Tüm
takım Metin için oynuyor, ona bir galibiyet armağan etmek istiyordu.
Önce beraberlik, sonra da Beşiktaşlı büyük futbolcu Baba Recep'in
(Recep Adanır) unutulmaz frikik golü geldi. O gece, statdaki tüm
seyirci (stat dışındaki bizler de!) ve oyuncular görevimizi yerine
getirmiş ve Metin'i mahçup etmemiştik.